29 Eylül 2016

Dilediğine Mülkü Verir Dilediğinden de Çeker Alırsın


Değerli Okuyucularım,

Birgün Kitabımızın manasını anlamak için meal okurken "De ki:Ey mülkün gerçek sahibi olan Allah'ım! Dilediğine mülkü verirsin, dilediğinden de mülkü çeker alırsın!...." ayet meali ile karşılaştım. Bu ayeti bir tefekkür edeyim dedim. Zira günümüzde insanların en çok karşılaştığı şeylerden birisi mal kazanmak veya kaybetmek olduğu için bu ayetten çıkacak mana hüzmesinin hepimiz için önemli olduğunu düşündüm.

Fakirlik ve Zenginlik Allah'ın Dilemesine ve İradesine Bağlıdır

Hayatta insanın başına birçok şey gelir. Çoğu insan mal kazanmayı veya kaybetmeyi sebeplere bağlayıp "bu malı ben kendi bilgi ve tecrübemle kazandım veya şundan dolayı malımı kaybettim" diye düşünür. Bu yanlış bir bakış açısıdır. Malı veren de alan da bizzat Allah'tır. Hatırlayın, Karun da nankörlük ederek bu malı ben kendi bilgimle kazandım demiş ve sonunda kaybedenlerden olmuştu.

Allah, öncelikle bizi yoktan var etmiş, bizi biz yapan maddi ve manevi değerlerimizi O bahşetmiştir. Akıl, kalp, ruh, beş duyu organımız hep O'nun lütuflarıdır. 

Güneşin, havanın, suyun, toprağın ve kendimizin velhasıl herşeyin O'nun olduğu bir alemde insanın bu malı ben kendim kazandım demesi Rabbisine karşı nankörlük olmaz mı?

Öyleyse İnsanlara Değil Allah'a Yönel

Fakirlik için de durum böyledir. İnsan malı-mülkü elinden gittiği zaman şöyle düşünmelidir; "bu malı bana O vermişti yine O aldı. Mülk sahibi mülkünde istediği gibi tasarruf eder. Bana ne oluyor ki O'na bu işinden dolayı şikayette bulunayım. Bana annem ve babamdan çok daha fazla merhametli olan Rabbim bu malı benden almışsa bunda benim için bir hayır var demektir. Öyleyse bana düşen güzelce bir sabır göstermektir"

İnanan bir insan şuna katiyetle inanmalı ki; yeryüzündeki bütün insanlar toplansa Allah dilemedikçe ona bir üzüm çöpü bile veremezler ve yine aynen hepsi toplanıp ta ondan bir üzüm çöpü almaya kalksalar O dilemedikçe yine alamazlar.

İnsan buna inandığı zaman, hayatındaki sıkıntılar, yokluklar gulyabanilikten çıkıp onu cennete ve Allah'ın rızasına kazandırmaya götüren munis birer bineğe dönüşür.

Ne mutlu Mevlasının icraatlarına bakıp ta "Kahrın da hoş lütfun da hoş" diyebilen bahtiyarlara!









27 Eylül 2016

Rabbim Beni Müslüman Olarak Vefat Ettir ve Salihlerin Arasına Kat


Okuyucularıma bu başlık bir yerlerden çağrışım yapacaktır. Evet, bildiniz. Hz. Yusuf (as)'a ait bu sözler. Bugün bu sözler birden aklıma geldi. İçinde biraz tefekkür kazısı yapıyım dedim. Ortaya çıkan mana cevherlerini sizinle paylaşıyım istedim;

Bu Dünya'dan Daha Saadetli Bir Yer Var

Bildiğiniz gibi kitabımız Kur'an'da Yusuf suresi en güzel bir kıssa olarak geçer ve Hz. Yusuf (as)'ın başından geçenleri bizlere ders verecek şekilde hikmetli olarak anlatır. Hz. Yusuf (as) başından çok gaileler geçmiş ve çetin imtihanlarla karşı karşıya kalmıştır. En sonunda ise Mısır'a aziz olmak, annesi-babası ve kardeşleriyle görüşmek gibi en saadetli bir anda ise Rabbisinden vefatını isteyerek adeta bizlere şöyle bir ders vermektedir;

Demek ki şu Dünya'dan daha saadetli, lezzetli ve ferah bir yer kabrin arkasında var ki Hz. Yusuf (as) gibi hakikatleri gören bir zat o gayet lezzetli dünya içinde gayet acı olan vefatını istedi ki öteki saadete kavuşabilsin.

En Bahtiyar O'dur ki Dünya İçin Ahiretini Unutmasın

Madem ki Hz. Yusuf (as) diliyle bu Dünya'dan daha saadetli bir yer var öyleyse insan bu Dünya'da ne kadar lezzetli bir hayat yaşarsa yaşasın orasını istemeli ve ancak müslüman olarak ölmeye ve salihlerin arasına girmeye bakmalıdır. Dünya'daki durumumuz lezzetli değil de acılı da olabilir şu an. Böylesine acılar ve ızdıraplar da bize Dünya'nın karar yeri olmadığını, buraya bağlanılmaması gerektiğini,esas yurt ve Hakiki dostun peşinde koşulması gerektiğini bize ikaz eder.

Öyleyse, "Dünya hem fani hem ömrü kısadır. Hem lüzumlu işler çoktur. Hem ebedi saadet burada kazanılacaktır. Hem dünyevi dostlar ve rütbeler kabir kapısına kadardır. Öyleyse en bahtiyar insan o'dur ki Dünya için ahiretini unutmasın, faydasız işlerle ömrünü heder etmesin, kendini şu Dünya'da misafir olarak düşünüp bu hane sahibinin emirlerine göre hareket edip selametle kabir kapısını açsın ve Cennete girsin"

Ne mutlu şu Dünya'nın geçici güzellik ve lezzetlerine aldanmayıp Hakiki yurt ve Dost'a gözünü diken bahtiyar insanlara!!!


25 Eylül 2016

Biz Dünya'dan Gider Olduk


Geçen Kurban Bayramı sebebiyle rahmetli abimin kabrini ziyarete gitmiştim. Size daha önce anlatmıştım. Abim kanser hastalığı sebebiyle 38 yaşında ayrılmıştı aramızdan ve vefat edeli de 6 sene oldu. Seneler ne de çabuk geçiyor. Baktım, kabristanda son mezar olan abimin mezarından sonra o kadar çok mezar olmuş ki. Binlerce mezar olmuş. Gelen gitmiş bu Dünya'dan. Kimse karar kılmamış bu fani yurtta.

Öyleyse Ötelere Hazırlık Vaktidir Şimdi

Bizler belki de şu yaşlı dünyanın son çocuklarıyız. Ancak, sona yaklaştıkça daha da cazipleşen Dünya'nın peşinden koşturan insan o kadar çok ki. Bazen, bir zamanlar ünlü olan insanların şu anki hallerini gösteriyorlar. O kadar çok yaşlanmışlar ki. Yüzleri kırış kırış olmuş. Belleri bükülmüş, gözleri görmez, kulakları duymaz olmuş. Zaman onları ne hale getirmiş. Zamanlarında binlerin peşinden koştuğu o insanları bugünlerde kimse arayıp sormaz olmuş.

Hiç kuşkunuz olmasın eğer ömrümüz varsa bizim de halimiz onlar gibi olacak. Şu genç, ter ü taze halimiz gidecek yerine kırış kırış bir cilt gelecek. Ne kadar gençleşmeye çalışsak ta içimizde sürekli çalışan yaşlılık saatini durduramayacak ve kabre yaklaşacağız.

Öyleyse, akıllı insana yakışan şey, devekuşu gibi başını kuma gömerek gerçeklerden kaçmak değil bilakis gerçeklerle yüzleşerek ötelere hazırlık yapmaktır.

Ahiret İçin Ne Hazırladın???

Başını sokacağı ve en fazla 40-50 sene oturacağı bir evi alabilmek için yıllarca gece gündüz çalışan bizlerin, ebediyen oturacağımız saraylar için gayret göstermememiz ve en azından günde birkaç saatimizi buna ayırmamamız hiç mantıklı olur mu? Diğer insanlara aklımızla caka satan bizlerin Allah dostlarının yurdu olan cennet için ve hele de onun sahibi Allah rızası için çalışmaması ne kadar da gariptir.

Ne mutlu şu Dünya'nın fani ve sahte güzelliklerine aldanmayıp gözünü ebedi ahiret yurdunun inci ve mercanlarına dikenlere!!!





23 Eylül 2016

Oku! Peki Neyi?


Değerli Okuyucularım,

Bildiğiniz gibi bu hafta okullarımız yeni eğitim-öğretim yılına başladılar. Çocuklarımız okuyarak yeni bilgiler öğrenecekler ve hayata hazırlanacaklar. Ben bu yazımda bu tür okumadan ziyade başka bir tür okumadan bahsedeceğim.

Yaratan Rabbinin Adıyla Oku

Efendimiz Hz. Muhammed'e (SAV) gelen ilk ayetler okumanın Yaratan adına ve O'nun adıyla olması gerektiğini anlatır bize. Evet, bir kitap gibi muntazam yazılmış ve manası olan kainat kitabını okurken eğer Rabbimizin adıyla okumazsak yanlış yerlere varabiliriz.

Mesela O'nun adına ve adıyla okumazsak bütün olan biten şeylerin tabiat tarafından yapıldığı veya kendiliğinden olduğu gibi yanlış bir inanca sahip olabiliriz. Oysa bir iğnenin bile ustası olduğuna inanan insanın koskocaman kainatın bir sahibi olduğuna inanmamasından daha garip bir şey olabilir mi? Gördüğü bir satırın sahibini arayan insanın şu kainat kitabının satırlarını yazanı aramaması ne kadar ilginçtir.

O'nun Adıyla Okununca Herşey Manasına Kavuşur

Herşey, O'nun adına okunduğu zaman bulanıklığından kurtulup billurluğa kavuşur, manasızlıktan sıyrılıp hikmete erişir, kabuktan geçip özüne erer ve asıl hüviyetine sahip olur.

Herşey O'ndan gelen bir mektuptur ve bize O'nu anlatır. Ne kadar merhametli, ne kadar kudretli, ne kadar cömert olduğunu ve O'nun isimleri hakkında herşeyi bize fasih bir dille anlatır. 

Mesela, gelip geçen varlıklara baktığımız zaman Rabbimizin sonsuzluğunu yaratılmışların faniliğini anlarız. Hiç bir şey ödemeden bu paha biçilmez organlara sahip olduğumuzu düşündüğümüz an Rabbimizin cömertliğini anlarız. Bir annenin bebeğini emzirdiği anda ise Rabbimizin kullarına olan merhametini, şefkatini anımsar O'na kavuşma iştiyakıyla gözlerimiz yaşarır.

Öyleyse gelin, hayatı okurken O'nun adıyla ve O'nun adına okuyalım ve böylece sadece bu dünyamızı değil öbür dünyamızı da cennete çevirelim.


21 Eylül 2016

Bir Dost mu Arıyorsunuz?


Evet, bir dost mu arıyorsunuz? Her zaman sizin iyiliğinizi isteyen, siz ona kızsanız da size kızmayan, hep size yanlışlarınızı düzeltmeniz için zaman tanıyan ve yollar gösteren, iyi günde de kötü günde de hep yanınızda olan, size şah damarınızdan daha yakın olan bir dost. Anladınız sanırım o dostun kim olduğunu. Evet o dost Allah'tır.

Allah, İman Edenlerin Dostudur

Hayatta herşey istediğimiz gibi gitmez. Kalp grafiği gibi iniş çıkışlarla doludur hayat. Çeşitli zorluklarla karşılarız hayat yolunda. Maddi-manevi sıkıntılar üst üste gelir bazen. Boğulacak gibi oluruz adeta. En yakın bildiğiniz kişiler dahi size sırtlarını dönerler. Nereye baksanız ekşiyen yüzler görürsünüz. Umut ettiğiniz kapılar bir bir yüzünüze kapanır. Koca dünya sanki küçülmüş de sadece sizin sığabildiğiniz bir tabut olmuştur adeta.

İşte tam burada imdadımıza gerçek bir dost yetişir. Bizi hiç bir zaman yalnız bırakmayan, Hz. İbrahim'i (as) ateşten kurtaran, Hz. Nuh'u(as) boğulmaktan kurtaran, Hz. Yunus (as)'ı balığın karnından kurtaran, Hz. İsa'yı (as) çarmıhtan kurtaran ve Efendimiz Hz. Muhammed'i (sav) müşriklerin elinden kurtaran ve daha nice Allah dostlarının ve müminlerin hep yanında olan bir dost. O da Allah'tır.

Dünyada Herşey İmtihan Boyutlu Gerçekleşir

Bize böyle bir dost olan Rabbimiz varken başımıza gelen sıkıntılara bazen anlam veremeyebiliriz. Oysa herşey bizim hayrımızadır. Nasıl ki askerdeyken çeşitli eğitimlerden geçeriz. Yoruluruz, uykusuz kalırız ama herşey bizim daha iyi asker olup vatanı daha iyi savunmamız içindir.

Aynen öyle de, hayatta başımıza gelen zorluklar bizi olgunlaştırıp öteki dünyaya hazırlamak, ecirlerimizi artırmak ve insan madenini ortaya çıkarmak içindir. Bu imtihanlar sonunda kimin kömür, bakır, altın ve elmas olduğu ortaya çıkar ve herkes ötelerde buna göre bir yer bulur kendisine.

Öyleyse Niçin Üzülüyorsun ki?

Böyle bir dostumuz varken bize düşen şey, nasıl ki anne çocuğunun iyileşmesi için ona acı ilaç veriyorsa, başımıza gelen musibetlerin ve zorlukların bizim hayrımıza verildiğini düşünüp üzülmemek ve sabretmektir.

Ne mutlu şu bulanık bir damlaya aldanmayıp berrak ahiret okyanusuna kulaç atanlara!!!


16 Eylül 2016

Bir Zeytinyağı ile Suyun Hikayesi


Değerli okuyucularım, bugün sizlerle zeytinyağı ile suyun hikayesini paylaşmak istiyorum;

Hey Zeytinyağı! Sen Neden Benden Üsttesin?

Bilirsiniz bir bardakta zeytinyağı ile su karışık durmazlar ve zeytinyağı hep üste çıkar. Birgün su bu durumdan şikayetçi olmuş ve zeytinyağına demiş ki; Ben ki tüm canlılar ve bitkiler benimle hayat bulurken sen nasıl oluyor da benim üstüme çıkabiliyorsun demiş. 

Zeytinyağı demiş ki; insanlar beni ağaçtan ne zahmetlerle toplarlar, beni ağaçtan alıp değirmenlerde sıkarlar, yağ haline gelinceye kadar ne zahmetlerden geçerim, peki sen ne zahmetine katlandın ki benim gibi üstte olmak istiyorsun der.

Peki sen hangi zahmete katlandın ki üstte olmayı diliyorsun

Hayat ta böyledir aslında. İnsanlar sıkıntı çekmeden nimetlere sahip olmak isterler ama bu imtihan dünyasında "ne kadar zahmet o kadar rahmet" prensibi vardır. Bir insanın hayatında zorluk ve zahmet yoksa o insan kendini geliştirecek dinamiklerden yoksun demektir. İnsan hayatta karşılaştığı zorluklara gösterdiği olumlu tavırla kendini kıvama eriştirir ve kamil insan olma yolunda dev adımlar atar. Peki kıvama ermek ve kamil insan olma neden bu kadar önemlidir?

Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi şu an içinde bulunduğumuz hayat, zevk-ü safası sürülecek kadar uzun bir hayat değildir. Ortalama ömrü 70 sene olarak düşünürsek, 15 senesi çocuklukta geçen, 20 senesi işte-güçte geçen, 20 senesi uykuda geçen, son 10 senesi de hastalıklarla, gözün iyi görmez, kulağın duymaz bir şekilde geçen bir hayattan geriye ne kalır ki safası sürülebilsin.

Herşey O'nun İçin

Evet, herşey O'na yani Rabbimize daha iyi bir konumda kulluk yapabilmek içindir. İnsan gibi eşref-i mahlukat olan bir varlık ne kadar çok kendini kulluk yolunda geliştirirse o kadar çok Allah'ı gösteren bir ayna olur ve değeri O'nun katında o kadar artar.

İşte insan hayatta sıkıntılara O'nun için katlandıkça, dövülen demirin tavını bulduğu gibi kıvamını bulur ve kemale erer.

Ne mutlu bu dünyanın mihnetlerine aldırış etmeyip bakışlarını her daim Sevgiliden ayırmayanlara!!!




9 Eylül 2016

Hadi Koş Bakalım


Değerli okuyucularım. Gelin bugün, hayatımıza bir hikaye penceresinden bakalım;

Atlı Yılanı Görür ama...

Bir adam ağacın altında ağzı açık uyumaktadır. Bir yılan adamın ağzından girerken bir atlı bunu görür. Ancak yılanı çıkartmaya yetişemez ve yılan adamın ağzından içeri girer. Atlı kırbacıyla adamı uyandırır. Ağacın altındaki çürük elmaları adama zorla yedirir. Adam bunlara bir mana veremez. Neden bu adam bana zorla bu çürük elmaları yediriyor diye düşünür. Atlı, haydi şimdi koşmaya başla der adama. Kendisi de atın üstünde kırbacıyla onu kovalamaktadır. Adam bu zulme bir mana verememekte ve adama çok kızmaktadır. Sorularına ise atlı cevap vermemekte sürekli ona koş demektedir. Sonunda adamın midesi altüst olur ve kusar. Kusmasıyla birlikte yılan da adamın ağzından çıkmış olur. Atlı der ki, sana o çürük elmaları yedirmemin ve kosturmamın sebebi seni kusturup o yılandan seni kurtarmaktı. Eğer içinde bir yılanın olduğunu söyleseydim korkudan ödün patlar ölürdün. Adam da bunun üzerine atlıya çok teşekkür etmiş. 

Şer Gördüğünüz Şeylerde Hayır Olabilir

Evet, bu hikayeyi iyi okuduysak, hayatta başımıza gelen sıkıntıların, zorlukların aslında bizim hayrımıza olduğunu da anlamışsınızdır. Her bir sıkıntı, bizim kişiliğimizi geliştirmek, karakterimizi olgunlaştırmak ve cennete ehil hale getirmek amaçlıdır.

Size, birgün boyunca nafile namaz kılmak mı yoksa bir dakika mum ateşine dayanmak mı daha zor desem hemen herkes ateşe dayanmak daha zordur der. Dolayısıyla musibetler ve zorluklar ateşe atılan altın gibi dayanması zordur ama insanı saflaştırır ve kıymetini artırır.

Sonuç olarak, insan başına bir zorluk ve musibet geldiği zaman ondan şikayet etmek yerine ondan çıkarması gereken dersleri düşünmeli ve sabrederek Hakk'ın katında değerini artırmalıdır.








6 Eylül 2016

Bir Kervan Hikayesi


Değerli okuyucularım. Bugün sizlerle birlikte ders alacağımız güzel bir hikayeyi paylaşmak istiyorum. Şöyle ki;

Hey Kervandakiler! Haydi Aşağıya

Vaktin birinde bir kervan yola çıkar. Derken gece olur. Kervanbaşı, kervandakilere seslenir. Herkes atından insin ve yerden topladıklarını heybesine koysun. Vakit, gece olduğu için göz gözü görmemektedir. Hem yorgunlukta vardır. 

Ancak bunlara rağmen bir grup insan kervanbaşının bir bildiği vardır diyerek hemen atlarından inerler ve tıkabasa heybelerini doldururlar.

Diğer bir grup ise, kerhen inerler ve heybelerine az bir şey doldururlar.

Son grup ise kervanbaşını hiç dinlemeyip atlarından inmeye hiç tenezzül etmezler. Dolayısıyla heybeleri de boş kalır.

Derken sabah olur. Herkes heybelerindekini merak edip bakar. İlk grup heybelerinin mücevherlerle dolu olduğunu görürler. Sevinçlerine diyecek yoktur. Kervanbaşına çok teşekkür ederler.

İkinci grup ise, niye daha fazla almadık diye çok pişman olurlar. Ah vah ederler.

Son grup ise, bu kadar değerli mücevherlerden hiç almamanın pişmanlığını ve üzüntüsünü bütün şiddetiyle yaşarlar ancak yapacakları hiçbir şey yoktur.

Acaba Sen Hangi Gruptansın?

Evet, şimdi gelelim hikayedeki temsillerin neler olduklarına;

Kervanbaşı Peygamber Efendimiz (SAV)'dir. Yolcular da dünyada yaşayan bizleriz. Mümin gaybe iman eden insandır. Ona gaybi olarak ne bildirilmişse bütün kalbiyle ve davranışlarıyla iman eder.

Dolayısıyla heybelerini tıkabasa dolduran ilk grup insan, Efendimiz (SAV)'in getirdiklerine tam olarak iman edip ona göre yaşayan, dünyanın gelip geçici güzelliklerinin ve sıkıntılarının kendilerini aldatamadığı ve engelleyemediği insanlardır.

İkinci grup ise gaybe iman etmekle birlikte, kulluk etmekte tembellikleri olan, dünyanın peşine takılıp giden amel de zayıf insanlardır.

Son grup ise, Efendimiz (SAV)'i hiç dinlemeyen dolayısıyla da hiç kulluk etmeyen,sonunda Ahiretin hiçbir nimetini göremeyecek olan inançsız insanlardır.

Ne mutlu onlara ki.......

Ne mutlu dünya hayatını bir ağacın altındaki gölgelenmek kadar kısa gören dolayısıyla da ona gönül bağlamadan Ahiretin peşinde olan ve Allah'ın rızasını kovalayan insanlara!!!


3 Eylül 2016

Bir Serçe Kadar Olamazsın Hayatta


Yazımın başlığını garip bulanlar olacaktır elbette. Ne demek istediğimi anlatayım öyleyse size.


Lezzet Çağı ve İnsan

İçinde yaşadığımız zamanın, insanlara sürekli olarak enjekte ettiği şeyler var. O da "hayatın tadını çıkar", "lezzetlerin peşinde koş","tükettiğin kadar insansın" türü sözlerdir. Filmlerde ve dizilerde izlediğimiz o ışıltılı hayatlar da bunları destekler niteliktedir. Zamanımızın anlayışı ne kadar leziz yemekler yersen, ne kadar lüks harcamalar yaparsan, ne kadar şatafatlı yerlerde oturursan o kadar medenisin ve o kadar üstünsün mantığıdır.

Oysa insan hayattan lezzet almada bir serçe kuşuna erişemeyeceğini bilmelidir. Serçenin dünü ve yarını yoktur. Dolayısıyla ne dünün elemleriyle üzülür ne de yarına çıkabilir miyim korkusunu yaşar. Bu şekilde önündeki yiyecekten tam olarak lezzetini alır. 

Ama insan böyle değildir. Önünde en leziz yemekler olsa bile dün yaşadığı üzücü olaylar gelir takılır aklına, acaba yarın bu leziz yemekleri bulabilecek miyim diye endişeye kapılır. Servetimi nasıl koruyabilirim diye düşünür. Ticaretteki rakipleri aklına gelir. Lokmayı ağzına almışken bir vefat, bir hastalık haberi alır yakınlarından. O leziz lokma bir zehir gibi düğümlenir boğazında. Hayat standardını düşürmemek için ciddi bir mücadeleye girer. Yıllarını geçirir ve bir de bakmış ki koca bir ömür bitmiş geriye kalan ise yalnızca bir "ömrü heder".

Sen Ahiretin Bir Üveyki Olmalısın

Oysa insan dünya damlasında boğulmak için değil ahiret okyanusunda kulaç atmak için yaratılmıştır. İnsana hayvanlardan çok daha fazla kabiliyet bahşedilmiştir. Bütün bunlar ona diğer varlıklar gibi yiyip içsin kulağının üstüne yan gelip yatsın diye verilmiş olamaz. Bunları o varlıklar zaten fazlasıyla yapmaktadır.

İnsan, Allah'a kulluk yaptığı ölçüde yükselir, Efendimiz (SAV)'in ahlakını kendine rehber ettiği ölçüde kamil insan olma yolunda adımlar atar, Kur'an'ı okuyup onu hayatına hayat yaptığı ölçüde Kur'anlaşır ve Allah'ın razı olduğu bir kul olur.

Ne mutlu dünyanın lezzetlerine takılmayıp ahiretin semalarında pervaz edenlere!


1 Eylül 2016

En Büyük Ünvan Kulluk


Ben Doktorum Peki Ya Sen?

Bugün 1 Eylül Dünya Barış Günü. Bugün vesilesiyle dünyanın her yerine barışın hakim olmasını temenni ediyoruz. Ama barışık yaşamamız gereken birisi daha var. Kim o acaba?

Bizler hayata doğarken, hiçbir şeyimiz yok olarak doğarız. Zamanla, bilgimiz, tecrübemiz ve kazandığımız sınavlarla bazı ünvanlar ediniriz. Artık bize Ahmet, Mehmet, Ayşe diye hitap edilmez ve Doktor Ahmet Bey, Mühendis Mehmet Bey ve Öğretmen Ayşe Hanım diye hitap edilmeye başlanır. Buraya kadar bir sıkıntı yok elbette ama ne zaman ki bu ünvanlar bize doğarken verilen ünvanın önüne geçerse ve onunla barışık yaşamazsak işte o zaman sıkıntılar baş gösterir. Nedir o? Kulluk.

En Büyük Ünvan Kulluk

Evet ne zaman ki meslek ünvanlarımıza gösterdiğimiz ilgiyi, ihtimamı kulluk ünvanımıza göstermezsek o zaman kaybetmeye başlarız. Ne demek mi istiyorum? Hepimiz bu ünvanlarımızı kazanmak ve devam ettirmek için çeşitli kurslar alır, zamanımızı harcar ve para sarfederiz. Bütün bunlar bizim en fazla 60-70 sene geçimimizi sağlayacak mesleklerimiz içindir. Oysa kulluk ünvanı hakkıyla kazanıldığı zaman insanı ebediyen cennet saraylarına, cuma yamaçlarına, Peygamber komşuluğuna, Allah'ın cemalini seyretmeye ve O'nun rızasına götürür. En büyük kazanç ta bu değil midir zaten. Bir tarafta lezzetleri elemlerle, hastalıklarla, musibetlerle karışık 60-70 senelik bir hayat bir taraftan ise hiç elemsiz sonsuz bir hayat.

En Büyük Yatırım Nereye?

Dolayısıyla insan hayatındaki en büyük yatırımları kulluğuna yapmalıdır. Seminerlere harcadığı zaman kadar, kulluğun temel özellikleri olan ibadet, samimiyet, cömertlik, tevazu, cesaret, yumuşak başlılık, vefa, sadakat, herkesle iyi geçinme gibi iyi huyları kazanmak ve karakterini bunlarla örgülemek için zamanını harcamalıdır. Hem bunları kazanmak için öyle masraflara girmesine de gerek yoktur. Bu konuda en büyük rehber ve kulların baştacı olan Peygamber Efendimize (SAV) bakması ve Kitabımızın yapraklarını açması yeterlidir.